ANAMIN URUM GELİNİ
Evimiz evimizin avlusunda gördüğüm tanıdığım
ve gece yarılarına kadar gökyüzünde düşecekmiş gibi sallanan ve bazen arkasından birkaç saniyelik iz bırakarak kayan yıldızları birlikte seyrettiğim, dizle rini kafamın altına yastık yapan, beni kucakladığı gibi yatağıma götürüp uzatan çocukluk aşkım ve Urfa’da, Fırfırlı Sokaktaki evimizin avlusunda gördüğüm, tanı dığım, tanıştığım ve gece yarılarına kadar düşecekmiş gibi kayan yıldızları birlikte seyrettiğimiz, ‘S’ harfine ayrı bir lezzet katan sesinden Türkçe ve Rumca şarkı lar dinlediğim genç bir hanımefendi.
İsmini Bu Nasıl Aşk seti Urfa’dan ayrılıncaya ka dar benden ve ekip arkadaşlarından başka kimse öğre nemedi. Bana soranları, anneme havale ediyordum. Annem rahmetli de yanında ben varsam bana, Meri Aycan duruyorsa çoğunlukla Meri’ye ve kimi zaman ikimize birden usulca sarılırken:
“-Bu güzel benim Urum gelinimdir!” derdi.
Meri Aycan, böylece komşu hanımların dilinde; “Emine Ablanın Urum Gelini” olmuştu.
Bu tanımlama Meri Aycan’ında hoşuna gitmişti. Öyle ki: “-Sen kimsin kızım” diye soran akraba, konu komşu veya misafirlere cevabı:
“Ben Emine Ablanın geliniyim” olmuştu.
Bu Nasıl Aşk’ın baş kadın oyuncusu; afişlere adı nı Ay Can diye yazmışlar yetmiş sene evvel.
Kimliğinde ise; Meri Aycan yazıyordu.
Kamera, ışık, şaryo gibi sette kullanılan film tek nik malzemelerle ilk kez Bu Nasıl Aşk filminin setinde karşılaştığını söylüyordu.
Tanıştığımızda Meri 18, ben 8 yaşlarındaydık.
Rum asıllı bir ailenin ilk ve son çocuğu olarak İs tanbul Kurtuluş’ta ahşap bir evde doğduğunu tanış tıktan ancak birkaç yıl sonra öğrendiğim Meri Aycan, film vizyona girdikten üç-dört yıl kadar sonra İstan bul’da yaşanan ve tarihe 6-7 Eylül (1955) Olayları ola rak geçen çapul hareketinin ardından ailesi ile birlikte akrabalarının yaşadığı Yunanistan’a göç eder, gider.
Doğal olarak Meri, yıllar önce misafiri olduğu Ur fa’yı da unutur, Urfa’daki mavi gözlü çocuğu da.
Mavi gözlü çocuk, ancak sinemayla içiçe olduğu 1980’li ve 90’lı yıllarda aramaya kalkar Meri Aycan ab lasını. Sinema ile yakından ilgili olduklarını bildiği Jan Brindizi ve Giovanni Scognamillo gibi bazı dostları ile görüşüp ‘çacukluk aşkım’ diye andığı Meri Aycan’a u-laşmak isteğini dile getirir, yardımlarını rica eder ve sabırla beklemeye koyulur.
Yardım istediği insanlardan biri de Ferdinant Manukyan’dır. Evet şu ünlü Genelev Patronu Matild Manukyan’ın kardeşi.
Ne istediğini, kimi niçin aradığını birkaç cümle ile anlatır Ferdinand beye. Not alır Bay Manukyan, “ba karim be kuzim” diyerek dedektiflik görevini üstlenir. Bay Manukyan’ı beklerken sinemayla ilgili gördüğü he men herkesten yardım ister.
Beklediğim ilk cevap, telaşlı ve üzgün olduğu bir günde gelir Mavi gözlü çocuğa. Yıllardır birlikte çalış tığı ünlü prodüktör Berker İnanoğlu’nun tabutu Nişan taşı camiinin avlusundan cenaze arabasına taşınır ken, omuzuna dokunan Bay Ferdinand Manukyan, ka labalığın içinden yana çeker. Cebinden çıkardığı bir kağıt parçasını iki parmağıyla ceketinin göğüs cebine koyarken:
“Kağıtta Bayan Meri’nin telefonu var. Kendisi ile konuştum.Arayabilirsin” der ve dönüp törene katılanların taziyetlerini bildirdikleri kalabalığa doğru yürür.
Sonra… Sonrasında zaman önceki kadar hızlı geçmez.
Bazen aynı gün, bazen birkaç hafta ve hatta üst üste bir kaç kez aramasına ragmen Meri Aycan’a ula şamaz Mavi gözlü çocuk. Telefonu dakikalarca çaldır dığı halde açan olmaz. Ve günler, haftalar, aylar ve hatta yıllar geçer gider böylece.
Aramaktan yorulmaz ama, umudu her arayıştan sonra biraz daha zayıflar ve giderek tükenir. Meri Ay can’dan aldığı son haber Yunan vatandaşı Gümülci neli bir Türk arkadaştan gelir:
“Malesef… Başınız sağolsun Yaşar Abi!..
Anamın Urum Gelini göçüp gitmişti.
YAŞAR DURU
YEŞİLÇAM'DA BİR URFALI