Asgari bir yaşam standardını, olağanüstü bir yaşam sanan ahlaksızlar yüzünden serzenişte bulunduğumuz her konuda duvara tosluyoruz.
Elektrik ve doğalgaz faturalarından şikayetçi olunca ‘kullanmayın’ diyorlar mesela.
Motorin fiyatlarından şikayetçi olunca ‘binmeyin’ diyorlar arabaya.
Otel fiyatlarından şikayetçi olunca ‘tatile gitmeyin’ diyorlar hep bir ağızdan.
Kira fiyatlarından şikayetçi olunca ‘o evde ne işiniz var?’ diyorlar aynı anda.
Meyve, sebze, et, süt gibi temel gereksinimleri bile ultra lüks bir hayatın göstergesi görüyorlar.
Bir kafede oturmayı, bir restoranda gitmeyi, vitrinde beğenilen bir elbiseyi ya da ayakkabıyı almaya teşebbüs etmeyi zenginliğin uç noktası sanıyorlar.
Velhas-ı kelam kendilerine layık görmedikleri her şeye başkalarını da layık görmüyorlar.
Kavurucu sıcaklarda klimayı, dondurucu soğuklarda kombiyi açmayı bile çılgınlık olarak görüyorlar.
“Biz neden klimayı açmıyoruz?”” diye sormuyorlar.
“Kombiyi neden açmıyor, vanaları neden kısıyoruz” diye sormuyorlar.
“Bizim neden arabamız yok, varsa neden gönlümüzce gezemiyoruz” sormuyorlar.
“Çoluk çocuğumuza onları mutlu edecek bir yaşam neden sağlayamıyoruz?” diye sormuyorlar.
“Çoluk çocuk gün boyu çalışıyoruz ama tüm kazancımız kiraya, faturalara ve karnımızı doyurmaya neden yetmiyor?” diye sormuyorlar.
Sorsan her şeyi gereksiz görüyorlar, bir lokma, bir hırka neyimize yetmez diyorlar, azıcık aşım ağrımaz başım diyorlar ama bir yerde bir şeyler dağıtıldığını duyduklarında ilk onlar koşuyorlar.
Ucuz ekmek kuyruklarında bekleşenleri kutsuyorlar.
Daha ucuz diye akşam pazarında çürük meyve sebze alanları ya da dağılmış pazar yerlerinde çürük sebze meyve toplayanları kutsuyorlar.
“Helal olsun, ekmeğini çerden çöpten topluyorlar ama başkaları gibi nankörlük yapmıyorlar, ne mutlu onlara ki bu durumdayken bile hallerine şükrediyorlar” diyerek kendilerince alay ediyorlar.
Ne yapılan zamlara itiraz ediyorlar ne fahiş fiyatlara ne hukuksuzluklara.
Ülke diye bir meseleleri yok, memleket diye bir meseleleri yok, ne kendi çocuklarının ne bu ülkenin çocuklarının yarınları ne olacak diye bir meseleleri yok.
Ülke yağmalanır seslerini çıkarmazlar, dağlar taşlar denizler yağmalanır seslerini çıkarmazlar, sahiller, ormanlar, akarsular yağmalanır seslerini çıkarmazlar. Ülkenin her karış toprağı karış karış peşkeş çekilir seslerini çıkarmazlar.
Tek odaklandıkları, tek ilgilendikleri, tek dedikodusunu yaptıkları şey başkalarının neden gidişattan şikayetçi olduğudur...
Başkalarında olanın kendilerinde neden olmadığını sorgulamak yerine, kendilerinde olmayanın eşinde dostunda kapı komşusunda neden olduğunu sorguluyorlar.
Ülkenin milli gelirinin yüzde seksenini yağmalayan %10'luk kesimine bakarak cam arkasından dondurma yalayan çocukların sevinciyle, "her şey yolunda olmasa tatil beldeleri nasıl dolar, bu lüks araçlar nasıl satılır, bu insanlar nasıl bu kadar gezer tozar eğlenir?" diyerek bir avantunun içerisine giriyorlar.
Ülkenin gerçek fotoğrafı diye sundukları mutlu bir azgınlığın yaşadıklarını, hayal dahi edemeyeceklerinin farkında değiller.
Sen neden gezemiyorsunun cevabı yok.
Sen tatile gidebiliyor musunun cevabı yok.
Sen o lüks araçlara binebiliyor musunun cevabı yok.
Sen çocuklarını o okullarda okutabiliyor musunun cevabı yok.
Onların yaşadığı semtlerde bırakın yaşamayı, bir kafede ya da restoranda oturup bir şeyler yiyip içmeyi hiç aklettiğin oldu munun cevabı yok.
Yok, çünkü her gün, her saat, her dakka ay sonunu getirememenin endişesiyle hayal kurma yetisini dahi yitirmişler.
Sorular çoğalınca, ciğercinin kedisinin, kendince sokak kedisini aşağılayan, horlayan, ötekileştiren tavrıyla sizi itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar; "Açlıktan bahsediyorsun / Demek ki sen komünistsin"
Şairin, "Eğer bir insan komünist olmadan Müslüman olmuşsa, Ümmeti Muhammed'e yapmayacağı kötülük yoktur" sözünden, Müslüman olmanın neyi gerektirdiğini sorgulamaktan dahi yoksunlar.
Kendileri gerçek manada yaşadıklarından memnun mu değil mi anlamak zor. Ama en ufak bir serzenişte bulunanlara çemkirme konusunda kimse ellerine su dökemez.
Bu ülkede milyonlarca insanın yaşadığı zulmün harcında, bunların, kendilerini insan onuruna yakışır bir yaşama layık görmeyişlerinin payı inkar edilemez.
Bu hesap sormaz, soru sormaz, yargılamaz, sorgulamaz ahmaklar yüzünden milyonlarca insan sırf daha insanca bir yaşamdan söz ettiği için dışlanıyor, horlanıyor, vebalı muamelesi görüyor.
Kendin için ne istiyorsan komşuna iki mislini yapacağız denilse, 'öyleyse bir gözümü çıkarın' demekten imtina etmeyecek tıynetteler.
Kendilerinde olmayan ne varsa başkalarında da olmasın istiyorlar. Ama madem ki var, seslerini kesmelerini, hadlerini bilmelerini, beğenmiyorlarsa bu ülkeden defolup gitmelerini istiyorlar bu kez.
Ama bir kez olsun, sadece bir kez olsun o ekranlarda gördükleri hayatın milyonda birine, asgari bir yaşam standardının gereksinimlerine neden kendilerinin sahip olmadığını sormuyorlar.
“Bu rezil hayatı hak edecek ne yaptık, o aylık kredi kartı ile 5 milyon TL harcayandan daha mı az çalışıyoruz, daha mı az yoruluyoruz?” deseler çok şey değişecek belki.
Ama demedikleri için, sormadıkları için, sorgulamadıkları için, gözleri, kendi sırtlarından saltanat devşiren haramzadelerin üzerinde değil de hep en yakın dostlarının arkadaşlarının kapı komşularının kazancında olduğu için iklim değişmiyor Akdeniz olmuyor...
☆☆☆
Vicdan azabından daha büyük bir azap varsa o da cahiller ordusuyla aynı toprak üzerinde yaşamak ve istemeden de olsa onlarla muhatap olmak zorunda kalmaktır…