Ônce birdenbire ve alelacele tanışma isteği. Sonra aşırı muhabbet...
Durup sakince seyrediyoruz...
Sonra siz istemeden size yardımlar, destekler, şirinlikler...
Ônce gülümsüyor, sonra durup seyrediyoruz...
Sonra -güya size fark ettirmeden ya da yine güya ki kibarlık edip ve incitmeden- 'Bak, sana o kadar destek verdim, seni kayırdım; e sen bana ne iyilik yapacaksın' duruşu, bakışı, serzenişi...
E biz gibiler -gizlice imadan, dokundurmadan, anlamıyoruz ya- hiçbir şey olmamış gibi gülümsüyor, sonra durup seyrediyoruz...
Ardından yine birdenbire dostluktan, arkadaşlıktan bir sıkılış emareleri; hemen vakit kaybetmeden sinsice planlanan ama aşikârâne oynanmaya, laf dokundurmaya can atılan -her nedense- dostluğun bir hasımlığa, rekabete evrilişi...
-Anlamıyor gibi yapıyoruz ve 'Kardeş, bak gel anlamayalım bu anlamsız, komik rekabeti' mealindeki duruş ile-
Gülmüyoruz, kırmıyoruz, kızmıyoruz, sormuyoruz, durup seyrediyoruz... (Ama -tarafların her ikisine de eyvah- ne yazık ki gôrüyoruz...)
Kızıp kırmadık ya, hesap sormadık ya gün doğdu birilerine... ( Faraza çakma dosta...)
Bakıyorsunuz, o sizi birilerinin ônüne sürüyor! Bir şeyleri yapmaya aklınca sizi memur ediyor.. Hani sanki rakipsen! gôster numaranı (dôküntü tilkice) atakları... - Ôyle ya! Senaryo kendi elinde sanıyor!-
Yutmuyorsunuz, yutkunuyorsunuz, biliyorsunuz susuyorsunuz ama iyi gôrüyorsunuz... Fakat hiçbir zaman senaryoya geçit vermiyorsunuz...- 'Bırak' diyorsunuz; 'kendini senaryosu elinde, cin sansın..'.-
İşte! Vakit geldi: Siz, hep oradaydınız ve seyrediyordunuz... ( Çok mu bozuldular bu duruşunuza? Yapacak bir şey yok!)
'Dostunum' diye atlayan, kendince levelleri sinsice sıçrayıp da sizin yanınızda var-mışş gibi gôrünen - niye o haleti ruhiyeye girdiyse bilinmez, bilmeye de değmez- size rakip, hasım kesilen ama kamuflaj mı desek, kuzu postu mu desek ondan bir türlü sıyrılamayan 'hararetten, kendi kendine hesaptan, kızışmaktan, kaşınmaktan olacak' etrafa kôpükler, kıvılcımlar saçmaya başladı. Derdi; sizi - a evet, ne zavallıca ki kendince bulduğu yalan yanlış konu, zaman, zemin, numaralar ile- üçüncü kişiler yanında iğneleme, ikinci sırada gôsterme ya da elindeki tuhaflığı kendinden menkul endaze ile aklınca sizin ôlçünüzü yansıtma telaşesi... ( Ay, üzgünüz, malesef hiçbir yere bir damla etki olmuyor! Hem ne sırası ki bu kuzum! Siz sıra tôre bilir mıydınız?)
Acıyoruz, şaşıyoruz, zavallı halecanlara bakıyoruz seyrediyoruz... ( Ama bu sefer seyreden sadece 1. şahıs değil; 1. ve 3. şahıslar beraber seyrediyoruz...) Hiç de bir şey sormuyoruz! Durum açık! Oyun, orta(lık) oyunu...
Yok, hızını alamadı dosttan tornistan, düşmanlığın siyah fotokopi baskılısı, kuzu postlu kurt heveslisi...
Bu sefer (son manevrası; zira son şansı), aklınca bir senaryoyu ( ki yüzde yüz, kurduğu senaryoya kendini inandırmak için geceler boyu replik ezberlemiş ve inanmış ezberine) düzerek ônce birden sizden / bizden uzaklaştı gizlideenn, sessiizdeenn; daha siz gittiğini dahi bilemedeenn:
Karşı mahalleden aksi sedalar geldi: 'Küs müsünüz o dostunla(!) siz? Ya da hiç tanımadığınız birilerinden size: ' Ah ah, hiç de sana yakıştıramadım, dosta ôyle mi yapılır?' bakışı... (Ne? Kim, kimle küs? Niye ki? Ne zaman? Nasıl? Yok canım, benim haberim olurdu, en azından?!. Allah Allah!)
Anlarız, anlamazdan geliriz; biliriz bilmeyiz; çok şey deme hakkımız doğar, hiç tenezzül etmeyiz...
Küslükmüş! Pattadanak her şeye atlayan dost(!), bunu bize niye diyemedi ki! -Bizim bôyle bir ahvalimiz yok! Sorumuz da yok, cevabımız da! Susarız, seyrederiz; gônül huzuruyla... (Yoksa oraya buraya atlayacak mıydık? Biz, o muyuz? Hiç değil!)
İşte, dem bu demdir... Biz hep 'aynı karar, aynı ahval ile' hep burada, hep aynı yerdeyiz ve seyrediyoruz...
Seyrediyoruz dediysek tüm zamanımızı da veremiyoruz; bunca işin, bunca hayat renklerinin arasında! Ah mikrop, güldürdün şimdi beni!
Gülmek mi? En tabii hakkımız... İnsanlık mücahadesinde sabit kademiz zira....
' Amaan, mikrop işte, de geç!..'