AĞALAR AĞASI    HALİL AĞA 

Abone Ol

Halil Ağa   Bey kapsındaki Mahmut oğlu kulesi   ağalarındandır. Mahiyetinde maaş  ödeyerek baktığı adamları vardı. Halil ağanın beline bağladığı kuşağı yakıldığında, üç ila üç buçuk kilo ağırlığında saf gümüş işlemesi  ortaya çıkarmış;  ayağındaki körüklü çizmesi sırtında ki  şal abası  bir servet değerindeymiş.  Halil Ağa birinin mağduriyetini hissettimi veya gördü mü  yahut a söylendiğinde,  Halil ağa hemen cömert yüzünü gösterir mağduriyetlerini karşılıksız  telafi ederdi. Bir kahvede veya her hangi bir mekanda Halil Ağa’nın bulunduğu ortamda birileri hesap öder veya ikramda bulunursa, o Halil Ağa’nın hanesine hakaret olarak geçer, hakaretten sayardı  HAŞMİYE MEYDANIN da ki  birçok iş yerleri onun mülkiyetinde idi. Hanımı Hicazdan geldiği için Haşimiye LÜTFİYE’si diye tanılırdı.         

           Halil Ağa’ya o ihtişamdan sonra kader birden bire kötü ağını örmeye başlar. Biranda göz açıp kapayıncaya kadar sudan çıkmış balığa döner. Elde avuçta bir şeyler kalmaz. Kendisine önce avuç açanlarına,  kendisi avuç açacak kadar mağdur duruma düşer. Bu bir Allah’ın imtihanı mı ? Yoksa gazabı mı  ?  olduğunu kimse kestiremez.

Ağa soyundan gelmesinden ötürü bir mesleği de olmayan Halil Ağa, gün pulunu kazanmak, kimseye avuç açmamak için sırtına bir sepet, eline de bir kendir alır. Önceden mülkiyetinde olan Haşimi'ye meydanındaki bakkal dükkânların önünde sırt hamallığını yapmaya başlar.   

            Bir çok hamallar işe giderken ne satan bakkal, ne de alan müşterilerden kimse Halil Ağa’ya gel bu yükü sen taşı demezler. Günlerce eve siftahsız gider. Halil Ağa mahallelerin, sokak aralarından geçerken, burnuna türlü türlü yemek kokuları geldiğinde, düğün evinden üzlemeli  pilav, zerde, kuzu içi sinide geçtiğini görünce, içinden “Yarabbi ben neyse ne yemesem de olur. Allah vere komşulardan birileri bizim eve bir tabak yemek göndereler de bari çocukların nefsi kırıla” diye düşünse de, “ Vermemiş mabut neylesin Sultan Mahmut”  misali kimse bir şeyler göndermez.  Halil Ağa’nın Hanımı “Kocam belki gurur meselesi yapıyor, utancından gidip bir yerlerde gizlenip geliyordur. Bari ben gidip komşulara yorgan dokuyayım belki gün pulumuz olur.” diyerek Halil Ağa’dan gizli komşulara yorgan dokumaya başlar.  Kimlere yorgan dokursa, kimse Hanıma bir kuruş veya bir şeycikler vermez. O da kocası Halil Ağa gibi siftahsız Hanım Ağa olarak eve döner.            

                    Meğersem gerek satan bakkal, gerek alan müşteri, gerek yemek yapan komşular, gerek yorgan kaplatan kimseler olsun “Biz kim, Halil Ağa kim? Nasıl olurda koskoca Halil Ağa’ya sepetimizi taşıtalım veya koskoca Halil Ağa’nın evine bir tabak yemek gönderelim. Koskoca Halil Ağa’nın hanımına yorgan kaplama parası ödeyelim. Utancının inceliği yatıyormuş onun için kimseler ne Halil Ağa’ya  ne de Hanımına bir şeyler vermezlermiş.                                                                     

           Halil Ağa yine her zamanki gibi uzun siftahsızlığın ardından önceden mülkiyetinde olan Haşimiye meydanında ki dükkanlarının önünde tekrardan  sabahtan akşama kadar  siftahsız bekler. Tüm esnaf kapatıp gittikten sonra  Halil Ağa akşam gün batımına doğru eve uyduracağı yalanlardan da iflas ettiğini düşününce,  birden bire kendinden geçerek  sırt sepetini kaldırıp kaldırıp yerlere vurmaya, tekmelemeye, elinde ki kendiri var gücüyle yerlere  sağa  sola, aşağı  yukarı çarpmaya başlar. Sepetin üstüne çıkarak sepeti tekmelemeye devam eder. Sinir krizi ile  nasıl ağlayacağın da bilmeden bitik bir vaziyette sepetin üstüne çökerek baygınlık içinde yıkılır kalır.

                    Çevreden yetişenler Mustafa DİŞLİ ile beraber Halil Ağa’nın koluna girip onu evine götürürler. Kapıyı çalarlar Halil ağanın çocukları hep birden çalınan  kapıya  yığılırlar.  Halil Ağa’yı o halde gören kızı “Bu halin nedir baba?” anlamında  “BABA N’OLDU, BABA N’OLDU?” diye yürek acısıyla seslenince Halil Ağa o bitkin halinde kızının “Bu günde mi siftah etmedin” diye sorduğunu zannederek, Halil Ağa  mahcup, mahzun, mağdur, miskin bir edayla kızına şöyle der: ‘’Bu gecede eve sepeti boş getirdim. Kazanamadım kazanı kaynatamadım. Diye diye sayıklaya sayıklaya, mırıldana mırıldana içeri alırlar. Mustafa DİŞLİ hemen o andan itibaren Halil Ağa’nın dostlarını dolaşır bir miktar yardım toplar. Sabahleyin erkenden Halil Ağa’nın evine gider. Halil Ağa’nın evine varınca Halil Ağa’nın duvarına dayalı tabutun olduğunu görür.  Halil Ağa yardım almadan o gece sabaha çıkmayarak, kahrından çatlayarak ölür. Mustafa DİŞLİ ise Halil ağanın o ruh halini şiiriyle şöyle tasvir eder  Daha sonra  İsmail AKAGÜN de bu şiiri besteler.   

      AĞLAMAYIN LEE

Bu gece eve sepeti boş getirdim

Kazanamadım, kazanı kaynatamadım.

Yatın ley, yatın loo…

Komşuda kıymalı ekmek kohi

Acıdır kohlamayın ley,

Kohlamayın loo…

Tepsi tepsi kadayıf geçti

Üzlemeli pilav, süpha geçiy kapıdan

Acıdır bakmayın ley

Bakmayın loo…

Bu gece size

Aş yerine nenni çalacağam,

Ekmek yerine beşik sallayacağam,

Siz yatın ben ağlayacağam

Ağlamayın ley,

Sızlamayın loo…

Şiir Mustafa DİŞLİ

 Müzik ve Beste İsmail AKAGÜN

                   Başta dedik ya…! AĞALAR AĞASI HALİL AĞA