Kebap, lahmacun ve baklava için Gaziantep'e gideriz, ama mozaik müzesi için gitmeyiz. Giden varsa da müzeyi gezdikten sonra mutlaka saydığım yemekleri yer.
Sanlıurfa, Diyarbakır, Malatya, Kahramanmaraş, Afyon, Kayseri... Say sayabildigin kadar... Hangi şehre gitsek en önce en güzel yemeklerini sorarız.
Bu kötü bir şey değil. O şehrin bir suçu yok. Kaldı ki bir suç değil. Eğilimlerimizi, şehrin tanınmasında neyin ne kadar rolü var, onu anlatmaya çalışıyorum.
İşin özeti şu;
Tarihi, turistik ne kadar yeriniz var, ne kadar önemli, tek başına işe yaramıyor. Dikkat çekmek, paraya tahvil ekmek, diğer kültür varlıklıklarınızla mümkün. Yemeğinizi, ikramınızı, sunumunuzu, çeştlendirerek, tanıtarak, farklılaştırarak ancak şehri cazip hale getirir, ziyaret süresini uzatır, harcama kültürünü değiştirebilirsiniz. Turistin gezip çekip gitmesinin size faydası yok. Mısır piramitlerini de Adıyaman'a koysanız, yemeği, tatlıyı Gaziantentep'te, dondurmayı Kahramanmaraş'ta yer.
Örnek:
Adıyaman'ın "kolotik" yemeği Kayserinin mantısından yüzbin kat daha iyi, ama mantının çeyreği kadar değeri yok. Mantı kötü demiyorum. Çok da seviyorum. İyi ki var ve Kayseriyi tebrik ediyorum. Adıyaman niye tanıtamıyor, ona yanıyorum. İki kuşak sonra bu yemeği yapacak kimse kalmayacak. Doğru dürüst tarifini bilen yok.
Örnekleri çoğaltabilirim, ama gerek yok.
Konu şu:
Ne sahibi olduğun değil, ne kadar değerli kıldığın önemli.