En önce doğduğum için… Sonra akrabalarım, arkadaşlarım, kavgalarım olduğu için… Dilencisini, çingenesini, at arabacısını tanıdığım için… Leblebicisini, delemecisini, lahmacuncusunu bildiğim için… Ramazan topu, marul bahçesi, lahana tarlası, üzüm bağları evlerimizle yan yana olduğu için…
Şehir küçük, evler topraktı. Yollar taştı, kumdu. Suyu kuyulardan içerdik. Belediye otobüsü yoktu. Dolmuş yoktu. Taksi yoktu. Fabrika yoktu. İnsanlar tarlalarda çalışırdı. Kahvelerde, fırınlarda, terzilerde, çalışırdı. Bakırcıydı, kalaycıydı, köşkerdi, çulcuydu, yorgancıydı. Sabah erkenden kalkar, yollara düşer, yürüyerek tarlalara, köylere giderlerdi. Jandarmalar köyleri yaya gezerdi. Tütüncüler çok korkardı jandarmadan. “Jandarma geliyor,” dediklerinde atların ayaklarının gömüldüğü tarlalardan atı dörtnala sürer, gözden kaybolurlardı. Çocuklar damlardan seyrederdi tütüncüleri. Bayramlarda salıncaklara biner, leblebicilerden yirmi beş kuruşa şaka leblebi alır, sinemaların yolunu tutardık. Paramız yetmediği için kapıda bekler, filmin ikinci yarısında girerdik. Sandalye bulamaz, yerlerde otururduk. Koltuk yoktu. Tahta sandalyeler vardı. Sandalyeler birbirlerine tahtalarla çivilenmişti. Bazen eskimo, bazen de ciğer dürümü alırdık, el arabaların üzerinde satılanlardan. Bakkallar, tütün ipi, tuz, gazyağı satarlardı. El arabaları, üzüm, incir, karpuz satarlardı. Eşekler, erik, nar, alıç satarlardı. Elma, portakal, armut satarlardı. Paramız olmaz, buğdayla alırdık. Yumurtayı sabunla değişirdik. İğneyi taneyle alırdık. Naylon teşti verir, çamaşır ipi alırdık. Ölüler mezara kadar omuzlarda taşınırdı. İçinden geçtiği sokakta kim varsa tanısın tanımasın ayağa kalkar, sonra tabutun altına girer, yorulana kadar taşırdı. Ölü hangi mahalledense o mahalle üç gün çamaşır yıkamaz, yüksek sesle konuşmaz, varsa radyo ya da televizyonu açmaz, hatta üstüne çarşaf örterdi. Yas hepimizin yası, acı hepimizin acısıydı. Yemeğini komşular yapar, misafirlerini komşular ağırlardı. Odunu, şekeri, çayı, bulguru misafirler getirirdi. Adıyaman köydü. Bizim köy… Bizim mahalle… Bizim sokak… Bizim ev… Komşuları olan, kadınları, çocukları olan, düğünü, eğlencesi olan… Düğünler birlikte, acılar birlikte yaşanırdı. Adıyaman mahalleydi. Birbirlerini tanıyan, birbirlerini anlayan… Birbirlerini soran, birbirlerini doyuran… Bağdan üzüm geldiğinde komşulara dağıtılırdı. Yemek kokusu giden evlere yemek verilir, tuz, yağ, çay, ekmek paylaşılırdı.
Lambalar yanar, masallar anlatılırdı. Sarı ampullü lambalar… Askere gidecekler davet edilir, harçlık verilirdi. Kavgamızı bilirdik, acımızı bilirdik, yasımızı bilirdik.
Çarşı ekmeği severdik. Külahta dondurma, çubukta elmalı şeker yalardık. Horozlu şekere sevinir, portakal kabuğu asardık boynumuza. Mavi, beyaz tıkır giyer, lastik ayakkabılarla hava atardık.
Fırıncı çırağı saat beşte kalkar, tamirci çırağı yağlı, mazotlu elbiselerle giderdi işe. Yağlı yavan, şekerli simit satar, bitince okula giderdik. Harçlığımız olmaz, okul dönüşünde salçalı dürüm yerdik. Sac ekmeğine salça sürer, dürüm yapardık. Arı sokar, karınca tarardı ayaklarımızı. Sıcak taş tutar, şişini indirirdik. Anneler evlerinin arkasındaki tarlalardan ot toplar, yemek yapardı. Biz bilmezdik hangisi yenir, hangisi yenmez. Anneler bilirdi.
Hilesiz sözler, haramsız sofralarla büyüdük. Süpürge sapıyla dayak yedik. Terliklerle azar işittik. Parti adı bilmezdik. Artistlerimiz, türkülerimiz vardı her birimizin. Kimin ne acısı varsa bir de türküsü vardı. Kimin ne derdi varsa bir de ağıtı vardı. Hikâyesi vardı. Misafiri severdik, çizmeyi severdik, çarşı ekmeğini severdik. Lokumu, pekmezi, bisküviyi severdik. Bayılırdık kaymaklısına. Arasında lokum en kıymetli tatlımızdı. Yoksulduk belki, ama zengindik. Aynı kahveye, aynı fırına, aynı lokantaya giderdik. Aynı tütünü kırar, aynı pamuğu toplardık. Aynı şalvarı giyer, aynı şapkayı takardık. Aynı evde oturur, aynı sokağı paylaşırdık. Mezarlarımız yan yana, evlerimiz yan yanaydı.
Adıyaman bizimdi. Mahalle bizimdi. Cami bizimdi. Okul bizimdi. Biz, bizdik. Biz kendimizdik. Biz komşuyduk. Biz arkadaştık. Biz dosttuk. Biz yakındık. Ne zamanki uzak kaldık, uzakta kaldık.