12 EYLÜL'Ü ANLAMAK

Abone Ol

Dün 12 Eylül darbesinin 39. yıl dönümüydü. Her yıl olduğu gibi yaşanan mağduriyetler, içeride/dışarıda çekilen çileler anlatıldı.

Geçen yıl, ondan önceki yıl da böyle yapılmıştı.

Muhtemelen gelecek yıllarda da aynısı yapılacak.

Bu hala darbeleri ve onların arkasındaki siyasi, sosyal, ekonomik sebepleri anlayamadığımız anlamına gelir.

Zaten anlamamak için de ısrarla meseleyi -çekilen çileler ve gösterilen kahramanlıklar -çerçevesinde konuşuyoruz.

En anlamayanlar da üzülerek belirtelim ki ülkücülerdir.

Onca dayağa, onca işkenceye, onca hakarete, aşağılanmaya rağmen her yıl dönümünde bize bunları yapanlara -bağlılıklarımızı- bildiriyoruz.

Dövülürüz, sövülürüz, asılırız ama bize bunları yapanlara da -devlet adı altında- saygılarımızı sunarız.

Oysa hiç bir zalim saygıyı hak etmez. arkasında, önünde hangi kurum olursa olsun zalim zalimdir. Asla hoşgörü ile karşılanamaz.

Daha kötüsü binlerce şehide, gaziye, sakata, hastaya rağmen  daha hala kendimize sistemin jandarması rolünü biçmemizdir. Galiba Jandarma  kelimesi fazla olur, değnekçilik demek daha doğru. Çünkü jandarmanın bir amacı bir hedefi var. Değnekçilik kör sadakat, akılsız, muhasebesiz bir teslimiyet gerektirir. Jandarmada terfi vardır, subaysanız generalliğe kadar yükselirsiniz. Değnekçilikte terfi yoktur, ölene kadar değnekçi, kalırsınız. Kullandığınız değnek  döner dolaşır sizi vurur. Siz dövüşürsüzüz başkaları iktidar olur. Değnekçinin iktidar diye bir hedefi olmaz, başkalarının iktidarına payanda olur.

Bu dediklerimin teyidi için son elli yılın siyasi tarihine bakmak kafi. Ölenler, mahpus damına düşenler, vuranlar vurulanlar devleti yönetmiyor. Evinde oturup  onun bunun imanını ölçen, elini sıcaktan soğuğa sokmayanlar ülkeyi yönetiyor. Dövüşenler ise hala yaşadıklarından ders almayarak yine dövüşürüz kabadayılığında geziyor. Hala dövüşmekten yönetmeye geçemediler, geçemedik. Ülkenin bekasından söz ederek  vatandaşın milli duygularını istismar edenlerin çocukları ticaret yapıyor, vatan bekleyenler ise teyakkuz halinde beklemekten rızkını kazanmaya bile vakit bulamıyor.

Ülkücü hareket darbelerin arkasındaki mantığı anlasa kendine ona göre bir misyon biçseydi bugün hem hareket hem ülke olarak başka bir konumda olabilirdik. Ancak onları devletten uzak tutmak isteyenlerin oyununa gelerek hep vatan nöbetinde kaldılar. Onlar nöbet tuttu, bazıları da milletin malını çalarak onun üzerinden saltanat sürdü.

Bu kafa ile bir hareket bin yıl geçse iktidar olamaz. Zaten iktidar olmasın, muktedirlerin saltanat arabalarında  bekçilik yapsın diye emir komuta zinciriyle zihinlerinden esir alındılar. Demokratikleşip kontrol dışına çıkmasınlar diye Lider eleştirilmez yalanı ile  konuşamaz, düşünemez hale getirildiler. Ülkeyi yönetmeye değil kurtarmaya odaklandırıldılar. Kontrol dışına çıkanları hain ilan ederek etkisizleştirdiler. İktidara talip olmamayı diğerkamlık ve vatanseverlik diye takdim edip uyutuldular. Ülkücülüğü kavga ve mahpushane hikayeleri anlatmak olarak yutturdular. Böylece yeni kavgalara, yeni düşmanlara yönlendirilerek devlete talip olmaktan uzaklaştırıldılar.

Bugün siyasal hareketlerin, ideolojik grupların, hatta milletlerin büyüklüğü sahip oldukları kütüphanelerin zenginliği ile ölçülür. Kütüphanesi olan hareketler geleceğe intikal edecek hareketlerdir. Muarızlarının onda biri kadar bile yazılı eseri olmayan bir hareketin geleceği olabilir mi?

12 Eylül konuşmaları gösterdi ki hep dünü konuşuyor dünle övünüyoruz. Dünü olan ama bugününde konuşacak hiç bir şeyi olmayan bir hareket. Türk Milliyetçiliği geleceğin aktörlerinden biri olmak istiyorsa dünde kalmak yerine bugüne uygun bir vizyon üretmek zorundadır. Geçmişin hikayeleri, anlatıları, yöntemleri bizi geleceğe taşıma